Herkese merhabalar,
Ankara Devlet tiyatrolarını gönülden destekliyorum. Her
sezon hemen hemen her oyuna gitmeye çalışıyorum. Gerçekten büyük zorluklar ve
hatta yokluklarla çok başarılı işlere imza atıyorlar. Sanırım bu bağın benim tiyatro
geçmişimle de çok ilgisi var. O sahnenin tozu, kulisin heyecanı, provalar… Bir
oyun izlerken ister istemez farklı bir gözle bakıyorum. Sahne arkasında görülmeyen,
unutulan öyle büyük bir emek var ki…
Uzatmadan “Satıcının Ölümü” isimli oyun hakkındaki yazıma
geçelim…
Bu sezon Çayyolu Cüneyt Gökçer sahnesinde izleyebileceğiniz
oyunlardan bir tanesi olan Satıcının Ölümü Arthur Miller’ın bir eseri...
Adından anlaşılacağı üzere satıcı bir adamın hayatını anlatıyor, büyük bir dram…
Yorumlarıma geçmeden önce Arthur Miller’ın kendi sözleriyle bir giriş yapmak
istiyorum.
"Willy satıcı idi. Satıcı adamın hayatında dayanacak,
temel olacak bir şeyi yoktur. Bir gülümseyişe bakar, bir cilalı ayakkabıya.
Gülümsemesine karşılık gülümsemediler mi işte o vakit dünyanın sonu gelmiştir.
Ondan sonra başına iki delik, oldu bitti. Bu adamı kim kabahatli çıkaramaz.
Satıcı adam hayal kurmaya mecburdur. Mesleğin icabıdır bu"
Oyun mükemmel sergilenmiş bir dram… Oyunculuklar çok büyük.
Böyle değerli isimleri izlemek gerçekten çok keyifliydi. Onlar oynarken
yaşadılar, bizler de onlarla birlikte… İki buçuk saatlik bir oyun risklidir,
sıkılmaya müsait seyirci size meydan okur. Bu iki buçuk saatlik oyunun tek bir
saniyesinde bile aklımdan herhangi bir düşünce geçmedi, geçemedi. Çünkü ben de
oyunun bir parçası olmuştum, öyle aldı götürdü…
Başrolde tiyatrodan uzak olan arkadaşlara tanıtabilmek adına
güncel TV dizilerindeki rollerden hatırlatacağım iki isim vardı.
Willy, satıcı… Kurtlar Vadisi Pusu’dan hatırlayacağınız
Erdal Küçükkömürcü… Willy iki oğlu ve eşiyle beraber yaşayan, geçim derdinde
bir baba. Sürekli seyahat edip çalıştığı firmanın mallarını satmaya çalışıyor. Kendim
de çok farklı da olsa satış sektöründe olduğum için Willy’i öyle iyi anladım ki…
700 km yol gidip hiçbir şey satamadan geri döndüğünde üzerinde hissettiği
baskı, yaşı geçtikçe maaşlı değil komisyon usulü çalışmaya zorlanması ve en
sonunda “işe yaramaz” damgasıyla köşeye koyulup işten atılması… Hayatı boyunca
oğulları çok iyi olsun ister ve özellikle büyük oğlu üzerine oynar. Aslında
çocuk yetiştirmekteki en önemli noktalardan birine gönderme yapar oyun. Willy’nin
davranışları çocuğun kendisini olduğundan çok daha farklı görmesine sebep olur.
Onu sürekli yüceltir, eşsiz olduğuna inandırır ve çocuk bir gün gerçek dünyada
yapayalnız kaldığında başarısız ve “sıradan” olur. Bence günümüzde yaşadığımız
en acı senaryolardan birisidir bu. Çoğunuzun gördüğü bu abartılmış davranışlar
ileride çocukların hayatında çok büyük yaralara sebep olur ve bu çocuklar
gerçek dünyaya tutunamazlar. Halbuki çocuk çocuktur. Diğer çocukları gibi
olması gerekiyordur, herkesin diğerlerinden sıyrıldığı, başarılı olduğu şeyler
vardır elbette ama bu kimsede şişirilmiş bir özgüvene sebep olmamalı. Öyle olunca,
sizin de çevrenizde gördüğünüz başarısız, tüm özgüveni kırılmış, hayatın çok
farklı olduğunu çok seneler sonra gören ve bu sefer de “hiçlik” duygusuyla hayata
küsen insanlara rastlıyoruz. Bir de oyunda değinilen en güzel noktalardan
birisi herkesin her işe uygun olmaması gerçeği. Herkesin başarılı olduğu bir
şey elbette vardır ama toplumsal baskılar yüzünden insanlar figüran olarak
kalacakları hayatlara sürükleniyorlar. Herkes popüler olan mesleklere yöneliyor
ve yine elimizde mutsuz insanlar… Önemli olan ne yapabildiğinizi görmek ve
yapabildiğiniz şeyi, yapmaktan keyif alıyor olduğunuz şeyi yapmak. Kendi
hikayenizin başrolü olmaya çalışın. Bu çok kolay değil biliyorum ama çok
çalışmanın ve kendine inanmanın her şeyin anahtarı olduğunu düşünüyorum. Oyunda
Willy babasının onu zorlamasının aksine ruhunun çayırlara, çimenlere,
hayvanlara ait olduğunu bulmuştu. Dönemin gerektirdiği, babasının zorladığı
işlerde hep başarısızlığı bundandır. Aslında ne ironiktir ki Willy de hayatı
boyunca kendini bulamamışken, hayalindeki şeyler biraz çimento, yeni bir şeyler
inşa etmek iken, üzerine oturmayan “satıcı” rolünde ısrarcı olur ve oğlunun da kendini
bulmasına izin vermez. Hiçbir zaman oğlunun başarısızlığıyla yüzleşmek istemez.
Aslında bu sırada da küçük oğlunu unutmuştur biraz. Aile hep büyük oğlunun
yıldızını parlatmak istemiştir. Lisede popüler olan odur, Amerikan futbolunda
başarılı olan odur. Küçük olanı hep bunun gölgesinde kalmıştır ve bu yüzden de
kendi yolunu çizememiştir bir türlü. Hep bir şeyleri kanıtlamak ihtiyacıyla
farklı dünyalara sürüklenmiştir.
Oğullardan bu kadar bahsettikten sonra Willy’nin ne onla ne
onsuz yapabildiği arkadaşı Charley’e gelelim… Ferhunde Hanımlar,
Sihirli Annem gibi dizilerden hatırlayacağınız Hakkı Şahap Sayılgan… Bu rol oyun
içerisinde daha yol gösterici, içsel hesaplaşmalara olanak sağlayan repliklerle
karşımıza çıkıyor. Her zaman anlayışlı, Willy’nin hep onu azarlamasına rağmen
yanından ayrılmamış arkadaşı. Oyunun sonlarına doğru bir itiraf geliyor zaten
Willy’den. Onca dramının ortasında hala kuyruğunu Charley’ye karşı dik tutmaya
çalışırken bir an boş veriyor her şeyi ve “ sen sahip olduğum tek dostsun ve bu
çok komik” diyerek gidiyor.
Ve anne… evin annesi, kocasına hep destek olmaya çalışan, fedakarlıktan
çoraplarını yamayan bir kadın. Çoraplarını yaması önemli bir ayrıntı çünkü
Willy, “satıcı” olmanın yalnızlığını başka bir kadınla paylaşırken, ona kutu
kutu çoraplar alıyor. Eve geldiğinde ise görüyor ki eşi çoraplarını yamıyordur. Kendinden
utanarak yasaklıyor çorap yamamasını. Oyunda kocasının halinden bir Linda
anlıyor ve çok büyük bir sevgiyle yaklaşıyor ona. Hep ara bulmaya çalışan, çok tanıdık
olduğumuz bir anne Linda. Willy bunun farkında ve ona güzel bir hayat
sunabilmek istiyor. Willy tüm hayatı boyunca sigortasını ödemeye çalışır.
Charley’den borç alır eli yetmediğinde bunun için ama bir şekilde hep öder. İşten
çıkarıldıktan ve oğullarından da umudu kestikten sonra Linda’nın rahat içinde
yaşayabilmesi için tek yol olarak ölümü görür. Öldüğü zaman sigortadan Linda’ya
ödenecek para ile artık onun rahat bir hayat sürmesini diler ve intihar eder.
Linda’nın Willy’nin cenazesindeki son lafı da zaten ağlamaktan yüreği taşan
salona son darbeyi indirdi. “Ağlayamıyorum, neden bilmiyorum ağlayamıyorum.
Beni affet hayatım, ağlayamıyorum” diye söze başlayıp "Düşünsene. Ömür boyu çalışıp, bir evin borcunu öde. Sonunda senin olsun, ama içinde oturacak kimse bulunmasın" diyerek oyunu bitiriyor. Willy’nin cenazesinin olduğu gün evlerinin son
taksitini de ödedikleri gündür. Artık özgürdürler…
Ve en sevdiğim kısım…
Alkış!
Bütün oyun boyunca heyecandan
hissetmediğiniz onca insanı teker teker görmek… Bu kısım hep sahnenin öbür
tarafında olduğum zamanları hatırlatır bana. O yüzden karışık duygular
içerisinde ama en çok da özlemle avuçlarım patlayıncaya kadar alkışlarım…
Bütün bir ekip öyle iyiydi ki tek tek hepsine övgüler yazmak
gerekir.
Emeği geçen herkesin yüreğine sağlık…
|
Willy'nin cenazesinde Linda... "ağlayamıyorum!" |
|
Willy Charley'e tek dostunun o olduğunu itiraf etmeden önce... |
|
Willy'nin büyük oğlunun hayattaki başarısızlığını itiraf ettiği an... |
|
Willy, Erdal Küçükkömürcü |
|
Willy'nin cenazesi |
OYUN EKİBİ
DEKOR TASARIMI
SAVAŞ ÇEVİREL
GİYSİ TASARIMI
SEVGİ TÜRKAY
IŞIK TASARIMI
ÇETİN ATAY
BESTECİ
CAN ATİLLA
YÖNETMEN YARDIMCISI
DENİZ GÖKÇE
ASİSTANLAR
ÖZGE
AYDOĞAN
DOĞA GÜNUĞUR
SAHNE AMİRİ
HAKAN SÜNGER
KONDÜVİT
HÜSEYİN ATASEVEN
IŞIK KUMANDA
İBRAHİM TAŞGIN
SUFLÖZ
KİRAZ HAN
DEKOR SORUMLUSU
ERDAL TAŞDEMİR
AKSESUAR SORUMLUSU
MUSTAFA GÖK
KADIN TERZİ
SERPİL ÇIRAK
ERKEK TERZİ
FATİH
BAGUÇ
HALİM
UÇAY
UĞUR ATEŞ
PERUKACI
AHMET ERMİŞ
SİNEVİZYON SORUMLUSU
ERDEM TAŞDELEN
OYUNCULAR
ERDAL
KÜÇÜKKÖMÜRCÜ
SERAP
KUNAK
GÜLÇİN
YAŞAROĞLU
NEŞET
ERDEM
BUĞRA
KOÇTEPE
EREN
ORAY
KUTAY
SUNGAR
CAN
ÖZTOPÇU
HAKKI
ŞAHAP SAYILGAN
KÜBRA
NEZAKET BENLİOĞLU
NUR
CEYLAN İLHAN
KORHAN
ENİS YAVUZ
SİNEM
ERTUĞRUL
MELİS
YILDIRAN
MUTLU
MERT AĞACIK
ESRA DEMİRKAPI
NOT: Fotoğraflar Ankara Devlet Tiyatrolarının sitesinden alıntıdır.
Blogumu ziyaret eden, yazılarımı okuyan, yorum bırakan herkese sonsuz teşekkürler...
Devamını Oku »